TÜRKİYE'Yİ DURDURMAK İÇİN DÜNYA BİRLİK OLDU
Canibim.Com

TÜRKİYE'Yİ DURDURMAK İÇİN DÜNYA BİRLİK OLDU - Canibim.Com

2023 çetin bir nihai hesaplaşma yılı olacak. “Bizim Türkiye’miz” mi “Onların Türkiye’si” mi? “İntikam ittifakı”na Batı desteği yeter mi?

27 Eyl 2021, Pazartesi – İbrahim Karagül

 

Türkiye’nin 21. yüzyılda başlattığı büyük yükseliş, ilk ölümcül sınavını 2023’te verecek. Türkiye Ekseni bu coşkulu yükselişini devam ettirecek mi yoksa durdurulacak mı?


Küresel ölçekli bütün güç alanlarında kendine yer bulan, artık yeryüzünün her köşesine uzanan Türkiye Ekseni, içerideki ve dışarıdaki cepheyi kırabilecek mi yoksa tehlikeli bir fetret dönemine mi girecek?


Selçuklu, Osmanlı, Cumhuriyet devletler sürekliliği, yüzyıllardır bu gelenek üzerinden tarih yapan, coğrafya inşa eden siyasi genetik bu rol ve gücünü daha da artıracak mı, yoksa kesintiye mi uğrayacak?


2023’te bütün güçleri ile Türkiye’ye saldıracaklar.

2023 bir nihai hesaplaşma olacak. Dışarıdakiler, bütün siyasi ve jeopolitik tezleri için, içerideki ittifaklar ve cepheler üzerinden Türkiye’ye saldıracaklar.


Eski güçlerini kaybettiler, istediklerini yapamıyorlar ama yine deneyecekler. Önceden Türkiye’yi kontrol altında tutmak için saldırıyorlardı. Şimdi “Türkiye çok büyümesin, bizim için tehlike olmasın” diye saldıracaklar.


İçeride; Erdoğan karşıtlığı, FETÖ ve PKK intikamı, siyasi liderlerin kişisel hınç ve öfkeleri ile şekillenen ittifakları bir silah olarak kullanacaklar.


Siz bunu siyasi mücadele, seçim yarışı olarak göreceksiniz ama işin arkasında hep “Türkiye’yi nasıl durdururuz” planlamaları olacak. Dışarıdakilerin tehdit algılamaları ile içeridekilerin intikam duyguları ve “bağımlılıkları” Türkiye’nin önüne devasa bir tehlike olarak sürülecek.


Siyasi partileri FETÖ-PKK eksenine çektiler.

Batı’nın tehdit algılamaları ile içerideki ittifakların hedeflerinin böylesine örtüşmesi şoke edici.

Terör örgütleri zaten böyleydi. FETÖ böyleydi. PKK böyleydi.


Onlar Türkiye’de Batı düzeni, vesayeti, kontrolü için açık açık kullanıldılar. Onlar Türkiye’yi küçük tutmak, zayıf tutmak, kontrol altında tutmak, itaat etmezse parçalamak için konumlandırıldılar.

Vahim olan, siyasi partilerin de bu eksene çekilmesi oldu. Öyle savruldular ki, ABD ve Avrupa’nın PKK ve FETÖ için belirlediği pozisyona razı oldular.


Türkiye için mücadele etmesi gerekenler, ülkenin refahı, uyumu, huzuru, güvenliği ve güçlenmesi için seferber olması gerekenler, Türkiye’yi içeride vurup dışarıda durduracak bu konumlanmaya razı oldular.


Çünkü PKK başaramadı. Çünkü FETÖ başaramadı. Onları devreye alıyorlar!

Çünkü PKK başaramadı. Çünkü FETÖ başaramadı. Şimdi yeni roller dağıtılıyor. Onlar devreye alınıyor.


Bütün dünyada güç alanları yeniden tanımlanırken, bloklar bozulup yenileri kurulurken, Türkiye bu büyük kaosta kendine sağlam ve güçlü bir yer bulmaya çalışırken, hiçbirinden, Türkiye’ye destek olacak tek bir söz, tek bir plan, tek bir öneri gelmedi.


Gelmez, gelemez, gelmeyecek. Çünkü onlara eski Türkiye’ye dönüş için rol verildi.

Zayıf, fakir, huzursuz, karanlık, renksiz, şehirlerinde bombalar patlayan, sınırları içine sıkışıp kalmış, orada bile huzur verilmeyen, iç çekişmeler ve siyasi krizlerle boğuşan, ekonomik krizlerle tükenen bir Türkiye için birleşiyorlar.


Yalan, kurgu, o gizli ajanda: Eğer 2023 aşılamazsa Türkiye parçalanacak.

Türkiye hangi cepheye koşarsa, nerede mücadele veriyorsa orada karşı safta, cephede yer alıyorlar. Bunu kamuoyundan gizlemek için de, FETÖ’den öğrenilen taktikle, korkunç yalan ve kurgu kampanyası yürütülüyor, psikolojik operasyon yürütülüyor, zihinler iğfal ediliyor.


Bu yalan ve kurgu stratejisi o gizli ajandayı gizlemek içindir!

21. yüzyıl şekillenirken Türkiye’nin önünde iki seçenek vardı. Ya küçülerek var olacak, ya büyüyerek var olacaktı. Asla aynı kalamıyordu. Türkiye, tarihî siyasî kodlarını harekete geçirdi ve büyüyerek, güçlenerek var olmayı seçti. Bunu yapamasaydı parçalanacaktı.


Eğer 2023 aşılamazsa, bu güç yükselişi durdurulursa, kesinlikle küçülecektir. Yani parçalanacaktır. Eğer içeride kurdurulan siyasi cephe başarılı olursa bu sonuç kaçınılmazdır.

Davutoğlu ve Babacan’a sinyal: İçeride Erdoğan’ı durdur. Dışarıda Türkiye’yi durdur.


İşte 2023 bu yüzden nihai hesaplaşmadır. Siz içeride Erdoğan’la hesaplaşma olarak algılayın, proje dışarıda Türkiye’yi durdurma olarak yürütülüyor.


CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Millet İttifakı’na yeni katılımlar olabilir” cümlesiyle Ahmet Davutoğlu (Gelecek Partisi) ve Ali Babacan’ı (Deva Partisi) işaret etmesi, 2023’ün “nihai hesaplaşma”sını güçlendirme telaşıdır.


Çünkü Batı bloku zayıflıyor. ABD ve Avrupa dünyayı dizayn etme gücünü kaybediyor. Artık merkez Atlantik değil. Atlantik’ten beslenen siyasi güçler de zayıflayacak. Onların Türkiye projesi de zayıflayacak.


Kılıçdaroğlu’nun siyasi ömrünün 2023’e ulaşıp ulaşmayacağı bile şüpheli iken, onun öncülüğünde formatlanan bir siyasi cephenin başına çok şey gelebilir.

Sizi bir araya getiren kim? Gizli ortaklar, patron kim?


Asla bir araya gelemeyecek adamları tek çatı altında toplayan kim? Asla birbiriyle uyuşamayacak siyasi partileri aynı cepheye sokan kim? Sadece bu sorunun cevabı bile her şeyi açıklıyor.


Böyle bir ittifakın sadece siyasi partiler arasında mı olduğunu sanıyorsunuz. Bunun daha gizli ortakları var; FETÖ var, PKK var. Bunun dışarıda patronları var; ABD var Avrupa var.


Ama dünya, yeni güç kaymaları bu yolu zorlayabilir. Onların istediklerinin tam tersi bir dünya şekilleniyor. Daha dün Arap dünyasında Türkiye karşıtı cephe kurmuşlardı. İçerideki cephe ile birlikte çalışacaktı.


İki yıl olmadı, çöktü. Onlar bile ABD ile Batı ile birlikte Türkiye’yi durdurma”nın bir macera olduğunu gördü.


Bu bir iç politika, siyasi analiz değil. Türkiye küresel ölçekte bir güç, hiçbir şeyi artık yerel değil. Buradan bakınca, dünyadaki köklü değişime bakınca içeridekilerin Batı’dan gelecek sinyallerle bir yere varamayacağı, bunun yeterli olmayacağı görünüyor.


“Bizim Türkiye’miz” mi “Onların Türkiye’si” mi? Büyük kuruluş mu büyük çöküş mü?

2023 “devletler sürekliliği” ve o siyasi genetik için nihai bir hesaplaşma olacak, kesin. Türkiye Ekseni ile Batı vesayeti arasında büyük bir çarpışma olacak.


Ayakları bu topraklara basanlar ile ABD ve Avrupa başkentlerinden talimat alanlar arasında vuruşma olacak. “Bizim Türkiye’miz” mi “Onların Türkiye’si” mi, belli olacak.

Yerli olanla yabancı olan kapışacak. Bu ülkeyi büyütmek isteyenlerle küçültmek isteyenler boy ölçüşecek.


Anadolu ve coğrafya yükselişi ile “intikam ittifakı” ve arkasındaki emperyal güçler çarpışacak.

2023 ya büyük kuruluşun ya da büyük çöküşün tarihi olacak.

Siyasi kimliklerinizi bir kenara itin. “Türkiye Ekseni”ne güç verin!

 

 

Mehmet Soysal

İHA çağı-III

27 Eylül 2021

 

İHA ve SİHA’larla ilgili Türkiye’nin son yıllardaki başarısı dünyayı yönetenlerin dikkatini çekiyor...

İthal edilen bazı parçaların alımı konusunda ise büyük zorluklar çıkartılıyor...

Türkiye, buna rağmen engelleri de aşarak ilerliyor...

İthal edilmeyen bazı cihazları da üretiyor...


2002 yılında savunma sanayiinde faaliyet gösteren şirket sayısının 56 olduğunu vurgulayan Savunma Sanayii Başkanı Prof. İsmail Demir, bu sayının 1500’e yükseldiğini söylüyor...     

*

Prof. İsmail Demir, sadece gökyüzünde değil ayrıca dünyanın önde gelen zırhlı kara aracı üreticilerinden biri olduklarını da belirtiyor ve diyor ki:

- SİHA’larda dünyada ilk 3’teyiz.

- Kendi savaş gemisini tasarlayan, üreten ve idame eden 10 ülkeden biriyiz.     

*

Selçuk Bayraktar ise İHA, SİHA’lardan sonra en büyük hedeflerinin ve çalışmalarının insansız savaş uçağını yapmak olduğunu anlatıyor...

Prof. İsmail Demir’in de konuyla ilgili çalışmalar içerisinde olduğunu öğreniyoruz...

  

 

 

Prof. Demir tank, helikopter, İHA, uçak ve füze motorlarını geliştirdiklerini belirtiyor ve diyor ki:

- Lazer ve elektromanyetik gibi dünyada sayılı ülkenin üzerinde çalıştığı alanlarda çalışıyoruz.

- Siber güvenlik, yapay zekâ, robotik gibi geleceğin teknolojileri üzerinde projeler geliştiriyoruz...      

*

Türkiye’nin İHA ve SİHA’larla ilgili başarılarından rahatsız olan bazı çevreler, ‘Türkiye’nin dünya çapında İHA’ları öldürücü bir şekilde kullanması açısından ABD ve İngiltere ile rekabet ettiği’ konusuna dikkat çekiyorlar...

Sanki kendilerinin ürettikleriyle ördek avlanıyor...

Ya da turistik seyahatler düzenleniyor...     

*

BBC Türkçe’nin haberine göre İngiltere merkezli Airwars adlı sivil toplum kuruluşunun kurucusu Chris Woods demiş ki:

- Bir SİHA’ya teslim olamazsınız. Bir SİHA tarafından tutuklanamazsınız.

- Silahlar devreye girdiğinde tek bir sonuç ortaya çıkar, o da ölümcüldür.

- Bu da özellikle ülke içinde kullanılıyorsa endişe verici bir gelişme...     

*

Sonuçta, dünyanın her yerinde savunma sanayii konusunda devletlerin trilyonlarca dolar harcadıklarını görüyoruz...

Ülkelerin savunma adı altında silahlara, füzelere ayırdıkları bütçelere baktığımızda üzülüyoruz ve bir kez daha anlıyoruz ki kıyamete kadar savaşlar bitmeyecek ve barış hiç gelmeyecek...

Dünyanın kaç ülkesinde milyonlarca insan bir kuru ekmeğin peşinde koşarken ABD 750, Çin 228 milyar dolar parayı her yıl silahlara aktarıyor...

Rusya 67, Fransa 57, İngiltere 48, Almanya 44 ve diğer ülkelerinde harcadıklarını topladığımızda bir yılda 5 trilyon dolar ediyor...

Oysa barış için böylesine büyük bütçeleri harcamaya gerek yok...     

*

Bir yıllık bütçe, yoksulluğu ortadan kaldırmaya yönelik harcandığında kimse yerinden göç etmeyecek, kimse belki de terörist olmayacak ve dünyanın her yerinde insanlar mutlu olacak...

Ve doğdukları yerde ölecekler...

Lakin, bunun artık bir hayal olduğunu anlıyoruz çünkü savaşlardan geçiniyorlar ve kahramanlar sadece savaşlardan çıkıyor...

Her sektör için geçerli olmuş bu kural...

İHA Çağı diyoruz, yani ‘İnsansız Hava Aracı’...

Keşke, dünyanın her yerinde insanlık çağı başlatılabilse...

Ve trilyonlarca dolar, silahlara gitmese...

 

Tunca Bengintunca.bengin@milliyet.com.tr

Zaten ABD ile kol kola değiliz ki

27 Eylül 2021

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “ABD ile ilişkiler hayra alamet değil” sözleri ilişkilerin daha da kötüye gidebileceği mesajı içeriyor. Hatta ekranlardaki tartışma programlarında “eninde sonunda bir çatışma ortamı doğabilir” diyenler de oldu.

 Bu anlamda da müttefiklik ve NATO ortaklığı durumu da epey sorgulandı. Hani şu kağıt üstünde ABD ile Türkiye’nin müttefik, hatta stratejik ortak göründüğü, diplomatlar, yöneticilerin de zaman zaman çeşitli platformlarda bu gibi laflar ettikleri ama bunların asla gerçeği yansıtmadığı konular.

 

Çünkü ABD hiçbir zaman altına imza attığı belgelerdeki o tutumu sergilemedi, aksine, bırak müttefikliği, açıkça hasmane tavır içinde oldu. Hem de ta eskilerden bu yana ve özellikle 2011 yılından itibaren Suriye’de, Irak’ta ve daha sonra Doğu Akdeniz’de, Ege’de, Kıbrıs’ta Türkiye’nin ulusal çıkarlarını tehlikeye, ulusal güvenliğini de riske atan politika ve stratejiler izliyor.

 

 Hem de alenen. Mesela müttefiki Türkiye için tehdit olan PKK/YPG/PYD terör örgütüne silah, donatım desteği sağladı, danışmanlık hizmeti veriyor. Teröristlere hemen Türkiye’nin sınırında bir coğrafya işgal ettirdi.

 

Türkiye’nin asla buna izin vermeyeceğini bilmesine rağmen de ısrarla bu konudaki pervasızlığını sürdürüyor. Daha yeni Pentagon (Savunma Bakanlığı), ABD’nin “Suriye’deki kara gücüm” dediği terör örgütü YPG/PKK’ya 170 milyon dolarlık yardım sağlama kararı aldı.

 

 S-400 nedeniyle yürüttüğü politika ve strateji F-35’lerle ilgili verdiği karar da ABD’yi müttefik olmaktan çıkarıyor. Zaten ABD’de söylemlerinde müttefik olmadığını açık açık belirtiyor aslında. Hem de en yetkili ağızlarınca.

 

 Açıkçası ABD’nin müttefikliği taktığı falan yok. Ya da ABD müttefiklikten kendisine iradesiz ve koşulsuz bağlılık anlıyor. O nedenle de Türkiye’nin kendi gelişmiş askeri kapasitesine ulaşma hedefi ve bu yöndeki gelişmeler nedeniyle bağımlılık ilişkisinin bitmesinden korkuyor.

 

Türkiye’nin kendisine muhtaç olmasını ve bölgedeki dengenin bozulmamasını istiyor. Yani kendi sözünü dinleyen, verdiği silahlarla, malzemelerle yetinen bir Türkiye istiyor ABD... Dolayısıyla, bölgede güçlü bir Türkiye işine gelmiyor. Doğu Akdeniz’de haklarını arayan, Libya’ya, Kafkaslara müdahale eden ya da Suriye’de oyun bozan, kendi haklarını, çıkarlarını koruyan bir Türkiye istemiyor.

 

 Bana sorsun, ben yapayım, karar vereyim diyor. Elindeki silahları satarken de öyle davranıyor zaten. Kısacası ABD güçlü değil muhtaç müttefik istiyor. Öyle olması için de dün olduğu gibi bugün de pervasızlıkta sınır tanımıyor… Tabii ABD’yi rahatsız eden bir başka nokta da Türkiye’nin Rusya ile olan yakın ilişkileri. Nitekim bu durumu bozmak için de terör örgütlerini kullanmak dahil her türlü kirli tezgah, provokasyondan kaçınmıyor...

 

ABD ile ilişkilerin hepten kopması ve de çatışma olasılığı iddialarına gelince; Türkiye’nin NATO sistemi içerisinde bulunması sıcak savaşı engelleyici bir faktör. O nedenle de ABD, Türkiye’ye karşı sıcak savaşı değil, soğuk ve sinsi savaşı seçmek durumunda kalıyor.

 

 ABD’nin doğrudan girdiği hiçbir coğrafyada başarısının olmadığı, hepsini yüzüne gözüne bulaştırdığı da ortada zaten. Afganistan’da düştüğü duruma daha yeni tanık olduk.

 

Ama bunlar birbirlerine bayrak göstererek konvansiyonel çatışmazlar anlamında...Çünkü terör örgütleri PKK/YPG/PYD, El- Kaide, DAEŞ, daha önceleri ASALA ya da darbe girişiminde bulunan FETÖ’ye karşı yürütülen mücadelelerde Türkiye dolaylı olarak ABD ile çatıştı, çatışıyor zaten...

 

 

Özetle; ABD’nin Türkiye’nin müttefiki ya da stratejik ortağı olduğu şeklindeki sözlerin hepsi hikâye, yutturmaca. Aksine, ABD hasmane tutum içinde. Bu dün de böyleydi, bugün de...Dolayısıyla, Türkiye kendi yoluna devam etmek durumunda. Ki Türkiye’nin kararlılığı da bu yönde.

 

 

 Ve ABD’nin uyguladığı her hasmane hareket sonrası Türkiye’nin biraz daha kendine gelmiş, bazı yeni adımlar atmış ve hepsinden de öncesine göre daha güçlenerek çıktığı da ortada..

 

. Bu durumda da ABD’nin Türkiye’nin bölgedeki gücü ve etkisinin önemini görerek müttefiklik kavramının anlamını, değerini gözden geçirmesinde yarar var. Özellikle dünya liderliğine giden yolda Türkiye’ye ne kadar muhtaç olduğunu anımsamasına da...

 

Didem Özel Tümerdidem.tumer@milliyet.com.tr

29 Eylül Soçi buluşması

27 Eylül 2021

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, önce ABD ziyaretine eşlik eden ve ardından da cuma namazı çıkışında kendisini bekleyen gazetecilere yaptığı açıklamalar, çarşamba günü Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile gerçekleştireceği görüşmeye dair beklentiyi daha da artırdı. Erdoğan’ın sözlerinden sonra, Suriye/İdlib ağırlıklı geçeceği malûm olan Soçi zirvesi, çok daha geniş çerçeveli ve hatta belki ‘sürpriz sonlu’ olabilir gibi.

 

Erdoğan’ın özellikle iki ifadesi dikkat çekiciydi. Birincisi; “Kimseyi üçüncü bir şahıs olarak yanımıza almadan bu görüşmeyi yaparken orada tabii Türkiye-Rusya ilişkilerinde önemli bir karara da varacağız” dedi. Bir de Biden’a ve genel olarak da ABD’ye tepkisini gösterirken, “Yarın ‘Niçin F-35’i almıyorsun?’ diyemezler. Vermezsen almayız. O zaman biz daha başka kapılara da müracaat ederiz.” demesi. Elbette Rusya’dan S400 sistemi alımının Türkiye açısından kapanmış bir konu olduğunu da bir kez daha vurguladığı hatırlanmalı.

 

Olursa seyreyleyin cümbüşü

Tüm bunlar, ister istemez, o önemli karar ya da kararlar acaba Rusya’dan S400’ün ikinci partisinin ya da verilmeyen F-35’ler yerine muadili Rus yapımı Su-35 / Su-57 uçaklarının alınması ya da Milli Muharebe Uçağı’nın (TF-X) birlikte üretilmesi konusu olabilir mi sorularını akla getiriyor.

 

Bir süre önce Rusya Federal Askeri ve Teknik İşbirliği Servisi (FSVTS) Sözcüsü Valeriya Reşetnikova savaş uçakları konusunda, “Türk tarafına teknik şartnamelerin tam olarak bildirildiği unutulmasın. Bu uçaklar için Türkiye’den bir talep gelirse biz müzakerelere hazırız” demişti.

 Reşetnikova aynı açıklamasında, Rusya’nın, Türkiye’nin kendi uçağını geliştirme programına katılmaya hazır olduğunu da Ankara’ya ilettiğini ancak Ankara’dan ‘henüz’ gelen talep olmadığını da söylemişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir Moskova ziyaretinde Putin ile birlikte Su-57’nin kokpitini incelediği anımsanınca, ister istemez varılacak kararlar bunlarla ilgili olabilir diye düşünmek mümkün. Göreceğiz. Olması halinde başlayacak tartışmaları takip konusunda bir önceki seferden oldukça pratiğimiz var.

 

 

Suriye konuşurken

 

Cumhurbaşkanı bu kez Soçi’ye gitmeden, “Sayın Putin’den daha doğrusu Rusya’dan bir dayanışmamızın gereği olarak, farklı yaklaşımlar bekliyorum” vurgusunu yaptıktan sonra, “orayı bir barış havzasına dönüştüreceksek, bunu nasıl yaparız, bunu aramızda görüşmemiz, paylaşmamız şart” dedi. Erdoğan- Putin görüşmesinde İdlib önemli bir parantez. Rusya, Türkiye’yi ılımlı muhalifleri kontrol etmek konusunda sorumluluğunu yerine getirmemekle itham ediyor.

 

Türkiye bunu kabul etmediği gibi, Rejim’in Rusya’nın desteği ile İdlib’de kontrolü ele geçirmek için baskıyı artırmasıyla, bunun çıktısının hemen sınırına bitişik kamplarda bulunan en az bir milyon insanın hareketlenmesi olmasından şikayetçi. Türkiye daha önce hem göç riskine karşı hem de 30’un üzerinde askerinin şehit edilmesinin bedelini ödetmek amacıyla harekete geçti.

 

 Harekete geçişi, mecburi olarak kalışa evrildi. Güvenli bölgelere yönelik tacizlere karşılık verildiği gibi, İdlib ve çevresinde oluşabilecek daha fazla riski de cevapsız bırakmayacağı, bunun sonucunun Rejim açısından bir öncekinden daha da maliyetli olabileceği Putin’e aktarılacaktır.

 

Bunun dışında Suriye dosyasında konuşulacak konu başlıkları; siyasi sürecin devamı, insani yardımların kesintisiz sürdürülmesi, BM kararı doğrultusunda erken toparlanma projeleri ve finansmanı ile tüm bunların sonucu olarak topraklarından olan insanların gönüllü geri dönüşünün sağlanması için yapılması gerekenler olacaktır.

 

 Rejim temsilcilerinin uzlaşmaz yaklaşımı nedeniyle zor ilerleyen Cenevre’deki anayasa yazımı çalışmalarının devam etmesi, bunun için Esad’a baskı gerektiği de kaydediliyor. Elbette baskı konusunda akla gelen ilk isim de Putin. Soçi buluşmasından sonra belki de Cenevre’de 6. toplantının tarihi ortaya çıkar, belli mi olur?

Tüm GÜNCEL MESELELER